Türkiye’nin Afrika politikaları her yerden övgü alıyor

Prof. Dr. İsmail Ermağan, “Avrupalı arkadaşlarım, Türkiye’nin Afrika politikasını övmekte; ancak aynı zamanda bu gelişimin önüne geçmek istemekteler” dedi.

Newstimehub

Newstimehub

15 Eki, 2024

istanbulda guney asya turkiye iliskilerinde insani 1

Prof. Dr. İsmail Ermağan, “Avrupalı arkadaşlarım, Türkiye’nin Afrika politikasını övmekte; ancak aynı zamanda bu gelişimin önüne geçmek istemekteler” dedi.

Prof. Dr. İsmail Ermağan ile dünya siyasetinde Afrika’nın yeri ve önemi üzerine kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik. Afrika’nın tarihsel süreçte kolonileşme dönemi ve Berlin Konferansı gibi dönüm noktalarından bağımsızlık mücadelesine, günümüzdeki ekonomik bağımlılık ve küresel güçlerin kıtaya yönelik ilgisine kadar birçok konu ele alındı. Ermağan, özellikle Çin, Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin Afrika’daki etkisini ve bu rekabetin kıta üzerindeki yansımalarını değerlendirdi. Ayrıca, Afrika’nın gelecekteki ekonomik potansiyeli, teknolojik gelişimi ve yapay zeka çalışmaları üzerine fikirlerini paylaştı. Kıtada yaşanan son bağımsızlık hareketleri ve SAHEL bölgesindeki ittifakların da değerlendirildiği bu röportajda, Afrika’nın geleceğinin hem umut verici hem de birçok zorlukla dolu olduğunu vurguladı.

Dünya siyasetinde Afrika’nın yeri ve önemi nedir?

Dünya siyasetinde Afrika denilince, genellikle Afrika’nın İlk Çağ, Orta Çağ ve Yakın Çağ dönemleri akla gelir. Özellikle kolonileşme dönemi, Berlin Konferansı’ndan sonra 1895’te önemli bir dönüm noktası. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Afrika’daki birçok devlet bağımsızlıklarını elde etti; ancak siyasi bağımsızlıkların elde edilmesi, ekonomik bağımsızlıkların kazanılması anlamına gelmez. Afrika, 54 ülkesiyle Birleşmiş Milletler ’de önemli bir diplomasi kaynağı. Kıta, dünya genelinde çok değerli madenlere sahip ve küresel aktörler burada yoğun bir rekabet yaşar. Eski kolonyal ülkelerin yanı sıra, günümüzde Çin, Hindistan, ABD ve Türkiye gibi ülkeler de Afrika’da rekabet halinde.

Afrika, bir yandan gelişmekte olan ekonomilere sahip, ancak aynı zamanda en fakir ülke ve ekonomi topluluklarından birine de ev sahipliği yapar. Kıtanın madenleri, gelişmiş ülkelerin menfaatleri doğrultusunda kaybedilmek istenmeyecek kadar değerlidir. Afrika’nın nüfusu şu an 1.4 milyar civarında ve 2100’de bu sayının 2 milyara ulaşması öngörülüyor. Şu anda, kişi başı gayri safi milli hasılası 2300 – 3000 dolar civarında; 2060’ta 6000 dolara, 2100’de ise 13000 dolara çıkması bekleniyor. Yani, 40 yıl öncesinin Çin’i şu an Afrika’dır. Afrika’nın gelişip gelişemeyeceği, zaman içerisinde daha net bir şekilde görülecek.

Geçmişle günümüz kıyaslandığında Dünya ülkelerinin Afrika’ya bakışı değişti mi?

Devletlerin arkadaşları olmaz; her zaman menfaatleri vardır. Bu çerçevede, örneğin Fransa, Frankofoni ülkeleri arasındaki Nijer gibi ülkelerden hâlâ enerji alıyor. Devletler, kendi menfaatleri doğrultusunda ilişkilerini yürütmekte; ancak bu süreçte kendileri orada kalmak ister. Bu süre zarfında, İngiltere gibi Commonwealth ülkeleri ve diğer Afrika ülkeleri, bu toplum üzerinden etkileşimde bulunur.

Bir dönem Portekizce konuşan devletler de mevcuttu. Günün sonunda, Afrikalı devletler, küresel dünyadan pay almaya ve bağımsızlıklarını, hem siyasi hem de ekonomik olarak, oluşturmaya çalışıyor. Yeni kıtaya giren ülkeler, yani Hindistan, Brezilya, Türkiye ve Çin, kendilerine alan açmaya gayret ediyor. Ancak, bu durum, geçmişteki Berlin Konferansı dönemindeki paylaşım politikalarının bir yansımasıdır; tıpkı bir Monopoly oyununda olduğu gibi, Afrika’ya yönelik hücum politikaları günümüzde de devam ediyor.

O zamanlar işgaller vardı, paylaşımlar mevcuttu; şimdi ise ekonomik ve kültürel etkileşim söz konusudur. Özellikle ekonomik olarak oradaki sektörlerden pay kapma çabaları, aslında bakış açısının değişmediğini göstermekte. Bu durum, Afrikalıların bağımsızlık mücadelesinin en büyük önemini teşkil etmekte.

Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkeler Afrika’yla çok ilgileniyor, bunların sebepleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çin, Soğuk Savaş’ın başından itibaren Afrika’da varlık gösteriyor. Türkler, 1200 sene önce Mısır’da devlet kurdu, Ruslar ise 1961’de Moskova’da Halkların Kardeşliği Üniversitesi’ni kurdu. Yani, bu ülkelerin Afrika ile ilişki kurma istekleri yeni bir durum değildir; ancak bu durum genellikle böyle yansıtılıyor.

1885-1965 yılları arasında batının kolonileşme dönemine bakıldığında, Çin’in Afrika’ya gelmesi ve günlük 1 dolar bile kazandırabilmesi, Afrikalılar için bir şans oldu. Afrikalılar, bu durumu dile getirdiler. Çünkü önceki kolonileşme döneminde, Belçika’nın müzesine veya Fransa’nın sistemine baktığımızda, Afrikalılar tamamen sömürülen bir konumda idiler.

Elbette, batılılar Afrika kıtasına bazı şeyler getirdiler; demiryolu, altyapı ve medeniyetin belli unsurlarını. Ancak daha çok kendilerini yücelten ve ekonomik olarak kalkınmalarını sağlayan bir sistem kurdular. Çin, kıtada şu an en büyük ekonomik aktör olarak, Afrika’nın batılı kolonyal devletleri dengeleyen bir aktörüdür. Her ne kadar yeni bir kolonyal güç olarak eleştirilse de, bu durum oldukça önemlidir.

Türkiye, 54 Afrika ülkesinin 44’üyle ilişkiler geliştirdi ve burada insani diplomasi ile kazan-kazan stratejisi uygulayan bir aktör oldu. Brezilya, Hindistan ve Japonya gibi ülkelerle birlikte, Türkiye de Afrika’da varlık göstermekte. Rusya ise, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, son dönemlerde Afrika’da var olmasının en büyük nedeninin askeri destekle, batılı devletlerin önlemeye çalıştığı yönetimlere karşı oradaki devletleri desteklemesidir.

Bu bağlamda, Afrika’ya yeni aktörlerin girmesi doğal bir süreçtir.

“Gelecek Türkiye için umutlu görünüyor

Türkiye’nin Afrika ile  siyasal sosyal ve ekonomik ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Genel bir perspektif çizecek olursak, Afrika-Türkiye ilişkilerinin geleceği hakkında ne söylemek istersiniz?

Türkiye,  Afrika’da geçmişte de varlık gösterdi. 1200 sene önce Mısır’da ilk Türk devleti kuruldu. Türkler, Afrika’da hep var oldular; Osmanlı döneminde 13 devlette, Somali’den Fas’a kadar uzanan bir hat üzerinde eyaletler kuruldu. Ancak ilginç bir şekilde, Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta yenilince Osmanlı varlığı orada sona erdi ve orada kalan Türklere ne olduğu önemli bir sorudur. Diaspora politikası büyük bir yara aldı; bu konuda Türklerin ciddi anlamda araştırılması gerekmekte.

1926’da Atatürk, Etiyopya’da büyükelçilik kurdu ve Afrika ile iletişimler devam etti. Özellikle Atatürk, iki profesörünü Afrika’ya göndererek oraya yönelik bir literatür taratması yaptırdı. O dönemde, mandacı ülkeler  Britanya gibi devletler Türkiye’ye çok fazla fırsat tanımadılar. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türkiye, batıya bağımlı bir politika izledi; ancak İsmail Cem ile birlikte, dünyaya açılma politikasına döndü. “Yurtta Barış, Dünyada Barış” anlayışı, bazıları tarafından “Yurtta yatış, dünyada yatış” olarak algılansa da, bu yaklaşım Türkiye’nin dış politikasını etkiledi.

Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkileri, 2005’te Afrika Yılı ilan edilerek başladı. Şu an 44 ülkede temsilcilikleri bulunmakta ve 37 Afrika ülkesinin Ankara’da temsilciliği mevcuttur. Türkiye’nin, Afrika’da olmazsa olmazı medya kurumlarının varlığıdır; Afrika’nın medya alanında Türkiye’de daha fazla görünmesi ve etkileşimin daha özelleşmesi gerekiyor. Özellikle Nijerya’daki sinema sektörüyle etkileşime geçilmesi, Türkiye ve Afrika arasındaki kültürel ilişkilerin güçlenmesine yardımcı olacak.

İnsani diplomasi ve kazan-kazan yöntemi, Türkiye’nin Afrika’da ilerlemesine katkı sağlamakta. Maarif ve TİKA gibi kamu kurumları, bu süreçte önemli rol oynuyorlar. İş insanları, son dönemlerde farklı sektörlere yatırım yaparak Afrikalılar için ciddi bir seçenek haline geldiler. Alman ve Avrupalı arkadaşlarım, Türkiye’nin Afrika politikasını övmekte; ancak aynı zamanda bu gelişimin önüne geçmek istemekte, çünkü nihayetinde kendi ülkelerinin menfaatlerini gözetiyorlar.

Türkiye’nin geleceğinde, Çin rekabeti ve eski kolonyal rekabetler, özellikle Fransa ile olan çekişmeler önemli bir yer tutuyor. Eğer Afrika, Fransa’nın elinden alınırsa, Fransa’nın CDP’sinin yani Gayri Safi Milli Hasılasının yarısı kaybolacak. Türkiye elbette rekabet yaşıyor; ancak kendi açısından umut vaat ediyor. Daha çok çalışması gerekiyor; fakat gelecek, Türkiye için umutlu görünüyor.

Son zamanlarda Afrika ülkelerinde bağımsızlık hareketlerinin arttığını  görüyoruz. Bu ayaklanmaları nasıl yorumlayabiliriz? Afrika tam anlamıyla bağımsız olabilir mi?

Afrika, tam anlamıyla bağımsız olabilmesi için birçok zorlukla karşı karşıyadır. Kıtada 54 ülke bulunur ve sadece Nijerya’da 250-500 arasında etnik grup olduğu söylenir. Afrika, dünyanın en fazla kabilelerinin olduğu bir kıtadır. Eğer kabilecilik üzerinden iyi bir yönetişim oluşturulamazsa, bireylerin kimlikleri, yani “ben Ruandalıyım,” “ben Nijeryalıyım,” “ben Güney Afrikalıyım” gibi kimlikler oturtulamazsa, siyah-beyaz arasındaki çatışmalar yenilemez. Ayrıca, siyahlar arasındaki ten farklılığı ve renk farklılığı giderilemezse, Müslüman Araplar ile Müslüman Afrikalılar arasında çatışmalar söndürülemez. Güney Sudan-Darfur, Kongo ve Etiyopya gibi örnekler, bu çatışmaların giderilemediğini gösterir. Başka devletlerin bu çatışmaları kaşımaması için bir sebep yoktur.

Ancak, kıtada bağımsızlıklarını kazanmak isteyen devletlerin sayısı artıyor. Bu durum, ekonomik alandan siyasi ve diğer tüm alanlara yansıyor. Afrika’nın efsanevi liderleri, Lumumba ve Nelson Mandela gibi isimler, bu bağımsızlık hareketlerinin kültürel ve simgesel figürleridir. Ancak, bu süreç kolay olmayacak.

Ferdi Tayfur, “Susadım çeşmeye gelmez olaydım” der. Yani, siz kendi yeni kaynaklarınıza sahip çıkmaya çalışırken, kendi aranızda çatıştırılırsanız, çeşmeye gittiğinizde öyle bir durumla karşılaşırsınız ki, “gelmez olaydım” dersiniz. Ancak, bu durumu aşmak ve iyi bir yönetişim kurmak zorundasınız. Bu bağlamda, bağımsızlık ayaklanmaları ve kendi aralarındaki hareketler Afrika’ya umut vadediyor. Fakat, %100 bağımsızlık, özellikle günümüzün siber uzay gibi yeni tehditlerin oluştuğu ortamda, kolay bir kavram değil.

950171 2089281089 1

“Fransa için durum iyi gitmiyor”

Nijer, Burkina Faso ve Mali SAHEL ittifakını oluşturdu, bu ülkeler hakkında ne düşünüyorsunuz? SAHEL ülkeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

SAHEL bölgesi, Afrika’nın kaderi olarak kabul edilir. ABD büyüklüğünde bir çöl, Mısır’dan başlar ve Nijer ile Nijerya’ya kadar doğudan batıya uzanır. Bu çöl, Afrika’yı coğrafi olarak şekillendirdi ve kıta burada ciddi sorunlar yaşadı. Şu an SAHEL bölgesinde, örneğin Mali’de 14 farklı terörist hareket bulunuyor. Bu terörist hareketleri kimler kurmuştur? SAHEL bölgesinde eli silah tutanlar kimlerdir? Bu silahlar nereden gelmektedir? Bu, ciddi anlamda güvenlik paradigması içerisinde çalışılması gereken ve Afrika için büyük önem arz eden bir konudur.

Bu devletler ve halk, artık bu terörist hareketlerden ve adaletsizliklerden bıkmış durumdadır. Özellikle yabancı Frankofoni ülkeleri, kendi ülkelerinin madenlerinin bu bölgeye gitmesinden ve yöneticilerinin onlara ne derse yapmasından rahatsızdır. Bu nedenle, Nijer, Burkina Faso ve Mali, SAHEL İttifakı’nı kurmuştur. Bu ittifakın kurulmasının en büyük nedeni, “Ey Fransa, artık bırak bizi, kendimize bırak” demek istemeleridir. Ancak bırak demekle bırakılır mı? Batı kolonalizmi bunu yapmaz.

Bu bağlamda, “Susadım çeşmeye gelmez olaydım” diyen  Afrikalılar, birleşmeye karar vermişler “Birlikten kuvvet doğar” diyerek bu ittifakı kurmaya yöneldiler. Ancak güçler kendi aralarında yeterli olmayınca, silah olarak Rusya’yı tercih ettiler. Çünkü arkalarında duracak bir dış desteğe ihtiyaçları vardı. Ayrıca, Çin ve Türkiye’nin de siyasi ve ekonomik desteklerine başvuruyorlar. Türkiye de her devlet gibi, ilişkisini geliştirebilmek için bu devletlere destek veriyor.

Bu devletler, ABD ve Batı tarafından kaybedilmek istenmeyecek; aynı Venezuela örneğinde olduğu gibi bu itiş kakış devam edecek. Ancak günün sonunda, Rusya, Çin ve diğer devletler bu ülkelerle ilişkilerini sürdürecekler. Fransa ise, bu ülkelerden özellikle enerji aldığı için, onları kolayca bırakmak istemeyecek. Sonuçta, bu ülkeler bağımsızlıklarını bu şekilde tesis edebilirler. Tarihte bu durum hep görüldü. İttifaklar bir nedenle kurulur; eğer dış destek olmasaydı, bu ittifakı daha kolay yenebilirlerdi. Dış desteğin burada ne kadar etkili olacağına bağlıdır. Ancak şu an işler Fransa için Afrika’da pek iyi gitmiyor.

Afrika geleceğin parlayan yıldızı olabilir mi? Bunun için yeterli kaynakları mevcut mu?

Afrika Rönesans’ından bahsedildiğinde, Afrikalı insanlar ve elitler, 21. yüzyılın Afrika yüzyılı olacağını söylediler. Ancak, bu çok çabuk söylenmiş bir sözdür. Afrika’nın Rönesans’ının olabilmesi için gerçekten iyi bir yönetişimin tesis edilmesi, kolonyal devletlerin bağlantılarının kırılması ve özellikle yabancı yatırımların Afrika’ya daha fazla gelmesi gerekmekte. Ayrıca, borçlandırmanın azaltılması ve kolonyal aktörlerin yeni yükselen güçlerle Afrika’da dengelenmesi de önemlidir; bu durum, siyasi, ekonomik ve şu an askeri yollarla kendini belli ediyor.

Afrika’nın geleceğin parlayan yıldızı olup olamayacağı sorusu oldukça kritik bir sorudur. Nihayetinde, 2100’de 13 bin dolara ulaşacağı söylenen bir toplum vardır. Ancak, kabileciliği, yolsuzluğu ve sağlık sorunları gibi temel sektörlerdeki teknolojik gelişmeyi sağlayamayan bir Afrika, geleceğin yıldızı olamaz. Tam tersi, yeni gri alanlarda sömürge olmaya devam eder.

“Afrikalı ülkeler ve liderler bu konulara yatırım yapmak istiyor.”

Globalleşmeyle dünyanın küçük bir köye döndüğü günümüzde, Afrika’nın teknolojiye ulaşımı nasıl? Eşit bir ulaşım söz konusu mu? Değilse sizce nedenleri neler?

Öncelikle teknoloji denilince birinci öncelik ekonomik güçtür. Özellikle Endüstri 4.0, 2013’ten sonra ortaya çıkan nesnelerin interneti ve yapay zeka gibi kavramlar, ekonomik güçle doğrudan ilişkilidir. Ancak bir taraftan bu teknolojilerin geliştirilmesi için bilim insanlarının yetiştirilmesi de gerekiyor. Afrika bilim insanlarının yetiştirmesinde var ancak buraya yeterli AR-GE ve finansman ayırmakta yok. Çünkü ekonomik güç, bu sürecin temelidir.

Teknoloji, örneğin Ruanda’da İHA’ların kullanılması veya Nijerya’daki telekomünikasyon şirketlerinin ilerlemesi gibi, Dünya liginde Afrika’nın yerini güçlendirebilir. Ancak bunu destekleyecek altyapı olmadığında, bütün yatırımlar çıktısı olmayan süreçlere dönüşür. Bu tür süreçler, Afrika’nın ilerlemesine katkı sağlamaz.

Günün sonunda, Kanada, Çin, Japonya, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde istihdam edilen Afrikalı gençler bulunuyor. Eğer bu gençler, diaspora politikası aracılığıyla ülkelerine etkileşim sağlayabilirlerse, bu önemli bir kazanım olur. Bunun dışında, bölge ülkelerinin internete erişimi son dönemlerde ilerliyor. Fakat teknoloji üretme konusuna önem verilmediği sürece, Afrika ülkeleri, yeni sömürge olmamak için bu konuya daha fazla dikkat etmek durumundadır.

Dünya Siyasetinde Afrika 6″ kitabınızın bir bölümünde “Afrika ve Yapay Zeka Çalışmaları” başlıklı konuya değinmişsiniz. Bu konuda Afrika hangi konumda, aktif olarak yaptığı çalışmalar var mı?

Dördüncü sanayi devriminin en temel çıktılarından biri yapay zekadır. Yapay zeka çalışmaları, 2030’a kadar dünya genelinde önemli bir gelişim gösterecektir. 2024 yılında, Çin 15 trilyon dolarlık bir ekonomi sunacak ve Latin Amerika, Asya Pasifik ve Afrika, teknoloji yatırımı yapmaya devam edecekler. Yapay zeka, sağlık, sanat ve spor gibi birçok alanda kendini gösteriyor. Özellikle Akdeniz’e yakın ülkelerde, Cezayir ve Mısır gibi ülkeler, teknoloji Endüstri 4.0 boyutuna evrildi. Bunun yanında, Güney Afrika ve Nijerya’nın kayda değer yapay zeka çalışmaları da yok sayılmamalıdır; özellikle yapay zeka tabanlı İHA sistemleri ve konuşma teknikleri bu alandaki gelişmelerdir.

Afrika turizm gibi alanlarda da yapay zekayı, izleme ve gözleme süreçlerinde kullanmalıdır. Güvenlik alanları ve sağlık uygulamaları gibi birçok alanda yapay zekanın kıta devletlerine faydası olabilir. 54 ülkenin birbirlerini kabile diyalektiği üzerinden anlaması mümkün değildir; örneğin Nijerya’da 250-500 tane farklı diyalekt bulunmaktadır. Yapay zeka aracılığıyla bir Afrika ortak dilinin oluşturulması, bu etkileşimin başarılması büyük bir kazanım olacaktır.

Görünüşe göre, yapay zeka, özellikle sağlık, spor, diplomasi ve teknolojik gelişim gibi konularda Afrika’da yeni tanışılan alanlar olmasına rağmen, gelecekte Afrikalı ülkeler ve liderler bu konulara yatırım yapmak istemekte. Dünyada çok sayıda eğitim alan Afrikalı genç bulunmakta, bu gençler kendi ülkelerinde diaspora etkileşimini sağlayabilirlerse, Afrika ülkelerinde belli alanlarda markalaşmanın ön adımları başarılabilir. Bu durum, iyi yönetişimin ne kadar başarılı olup olamayacağını, dış güçlerin etkisi ve yönetim becerileriyle ilişkilidir. Afrika’nın denizdeki köpekbalıklarını ne kadar yönetebileceği de bu bağlamda büyük bir öneme sahiptir.

Prof. Dr. İsmail Ermağan kimdir?

Prof. Dr. İsmail Ermağan, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesidir. Lisansını Bilkent Üniversitesi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi’nde tamamlamış ve doktora derecesini Erfurt Üniversitesi’nde almıştır. Araştırma alanları arasında Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ve Türkiye-Almanya ilişkileri, Almanya’daki Türk toplumu, Afrika, Latin Amerika, Asya-Pasifik, Göç ve Göç yönetimi yer almaktadır. Yurt içinde ve yurt dışında 70’ten fazla makale ve kitap bölümü yayımlamış olan Ermağan’ın başlıca eserleri şunlardır: “Almanya Türklerinin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri”, “Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği”, “Türkiye’de AB Şüpheciliği” ve “Dünya Siyasetinde Afrika” serisi, Uluslararası İlişkiler ve Teknoloji İlişkisi: Endüstri 4.0, Siber Uzay ve Uzay Dünyası.