On5Sıfır7 Film Haftası’nda “Direnişin Anahtarı Sinema” paneli gerçekleştirildi

15 Temmuz Derneği tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen “On5Sıfır7 Film Haftası” kapsamında “Direnişin Anahtarı Sinema” paneli, Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Anadolu Ajansı

Anadolu Ajansı

11 Tem, 2024

Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle, 15 Temmuz Derneği tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen “On5Sıfır7 Film Haftası” kapsamında “Direnişin Anahtarı Sinema” paneli, Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Sinema yazarı İhsan Kabil’in yönettiği programda, yazar Yusuf Kaplan, Doç. Dr. Yusuf Ziya Gökçek, yazar Rıza Oylum ve Filistinli yönetmen Eşref Maşaravi, Filistin sineması ve sinemanın önemine dair açıklamalarda bulundu.

Yusuf Ziya Gökçek, Filistinlilerin 1948 yılına dair görüntülerinin olmadığını belirterek, “Sinematografik olarak Filistin’de bir imaj oluşturmak, görünebilir hale getirmek, 1948 sonrasında başlayan bir süreç. Sinema olarak İsrail’in ortaya koyduğu ve sonrasında desteklendiği gibi bir imaj politikası yok ve olmasına da müsaade edilmiyor. Batı için eğer Orta Doğu’da bir ülkeyle çalışılacaksa, bu sonradan bir işgal politikası neticesinde kurulacak İsrail olacağını gösteren deliller sinemada mevcut. 1935 yapımı ‘Vaadedilen Topraklar’ buna örnek olabilecek emperyalist bir yapımdır.” dedi.

Sinema yoluyla Filistin’de yapılan mücadeleyi aktaran Gökçek, şu değerlendirmelerde bulundu:

“En temelde 1948 öncesinde İsrail’in ortaya koyduğu imaj politikasına cevap vermek, Hollywood’un ürettiği filmlere karşı mücadele etmek, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail’in ürettiği ve neredeyse her festivalde ödül alan holokost filmlerinin yarattığı mağdur imajına karşı mağduriyetinizi anlatacak üretimler yapmak gerekiyor. Ayrıca özellikle dijital platformlarda İsrail’in daha şahince, güçlü görünmesini ve işgale meşru bir zemin oluşturmayı hedefleyen imaj politikasını görüyoruz. Filistin sinema alanında dört faklı yolla yok edilmeye çalışılıyor.”

“Bizi sadece yeryüzünden değil sinemadan da silmeye çalışıyorlar”

Yönetmen Eşref Maşaravi de İsrail’in 19. yüzyılın başından beri bu savaşın ne kadar önemli olduğunu bildiğini söyleyerek, “Bizi sadece yeryüzünden değil, sinemadan da silmeye çalışıyorlar. 1948’de Filistin halkı başka yerlere göçmek zorunda kaldı. Bazıları yerlerinde kaldı ama ben dahil birçoğumuz 1967 olarak bilinen topraklara gönderildiler. Şu an 1948’de orada kalmış ve İsrail vatandaşı olan, Batı Şeria’da yaşayan, Gazze’de yaşayan ve farklı devletlerde bulunan Filistinliler olarak dört kısma ayrıldık. Böylece sanki tek halk değil, dört farklı halk olmuş olduk. Bu sinemada da kendi aramızda farklılıklar oluşturmaya başladı. Çünkü farklı coğrafyalarda farklı kültürlerle yaşıyoruz.” ifadelerini kullandı.

Sinemacıların filmleri kendi hayatından çekip çıkarıp o durumu, atmosferi sunmaya çalışması olarak gördüğünü dile getiren Maşaravi, “Ben bir Gazzeli olarak Filistin ile ilgili yapılmış birçok filmde kendimden bir parça görmüyorum. Çünkü filmlerin birçoğu bağımsız değil. Bu noktada Türk sineması öne çıkıp güçlü filmler yapmaya başladıkça biz çok etkilendik. Bunun sebebi Türk sineması, Batı sinemasının etkisinden çıkıp kendine has filmler çekmeye başladı.” diye konuştu.

“Kültürel inkar, kültürel intiharla sonuçlanır”

Yusuf Kaplan ise Filistin’de direnişin filmini yapamadıklarını ama şiirini yazdıklarını vurgulayarak, “Filistin’in yaşadığı trajedi, insanlığın geleceğinin nereye gideceği ve sanatın, sinemanın nerde nefes alacağına ilişkin müthiş bir kaynak. Bu filmleri illa Filistinlilerin çekmesi gerekmiyor. Yahudiler İsrail’de film çekmiyor ama dünya sinemasına hakimler. Hatta insanlığın ruhi yapısını, psikolojisini sinema üzerinden şekillendirecek kadar kendi kültürlerini nakşettirmiş durumdalar.” dedi.

Müslümanların bu noktada asil olması gerektiğini savunan Kaplan, şunları kaydetti:

“Sinemadan anlamamız gereken şey bu yolla insanlığın önünü açabilecek bir dünya kurabilmek olmalı. Hollywood’un yaptığı veya popüler tarzda yapılan şey sinema değil. Ben onu sinema olarak görmüyorum. Tam anlamıyla propaganda makinesi. Hollywood olmasa ABD asla olmazdı, kurulamazdı. Hollywood üzerinden bir Amerikan toplumu icat edildi. Aynı zamanda Amerikan emperyalizminin hegemonya kurmasında da Hollywood birinci derecede rol oynamıştır.”

Kaplan, Müslümanların sinemada tam anlamıyla var olamadıklarına işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bugün İslam dünyasının sinemaya yaptığı katkı, devrim nedir dersek İran sinemasıdır. O da boşuna değildir. Dünyanın kaderini değiştirebilecek bir akım olmadı. İran’ın yaptığını Türk sineması olarak yapamadık. Bir medeniyet krizi yaşanıyor ama biz çağın dışında yaşıyoruz. Bu yüzden bir şekilde sinemayı ve sinemanın boyutlarını, derinliğini, imkanlarını, zaaflarını kavrayamıyoruz. Kavrayamadığımız için de derdimizi, hikayemizi anlatmak için kullanamıyoruz. Sinemayı, çağı ve kendimizi tanımamız gerekiyor. Kendini inkar eden 200 yıllık bir tecrübe var. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu modernleşme tecrübesini kültürel inkar olarak tabir ediyor. Kültürel inkar, kültürel intiharla sonuçlanır.”